9 Kasım 2017

Saat dokuzu beş geçe #10kasım


Saat dokuzu beş geçe

Atam Dolmabahçe'de

Gözlerini kapamış
Bütün dünya ağlamış



Doktor doktor kalksana

Lambaları yaksana
Atam elden gidiyor
Çaresine baksana



Uzun uzun kavaklar

Dökülüyor yapraklar
Ben Atam'a doymadım
Doysun kara topraklar



Bedenimiz küçük, yüreğimiz kocamandı...
Biraz zorlansak da ezberlemiştik...Sanki bu şiir sadece ayakta ve gözler kapalı bir şekilde okunabiliyordu...
Sesteki ahenk 'doktor doktor' kısmında hiddetleniyordu...Gerçekten kalkmalıydı o doktor, çaresini bulmalıydı...
Olmadı...
79 sene geçti...
Bedenimiz büyüdü, yüreklerimiz daraldı...Bu şiir unutulmadı...
Atasına doyamayan evlatların hüznü hiç bitmedi...
Minnet duyguları hiç eksilmedi...
Kara gün 10 Kasım yine geldi...
Ruhun şad olsun Atam...


8 Kasım 2017

DALDAN DALA ATLAMA YAZISI


Hava puslu, kapalı, gökyüzü gri,bulutlar yok, yağış yok...Öyle garip bir hal...Hiç sevmem,içim kararır,darlanırım...Sonra hiç sevmeyişime tövbe ederim...
Kışın gelişiyle ilgili yıllardır bende aynı tatava...Belki yıllardır süregelen bu halet-i ruhiye ağustos doğumlu olmamdan mütevellit...İçimden geldi ve kullandım işte bu kelimeleri nokta
İşte kış yani, geliyor; pek de iyi değilim. Hele buraya bir kar tanesi düşmeye başlasın, toprağın aylar süren gizlenişi başlayacak. Güneşin var gücüyle yumuşatmaya çalıştığı karlar geceyi geçirdikten sonra buz kütleleri olarak güne başlayacak. Her yer alabildiğine beyaz olacak, yaşam zor olacak; ama beyazlıkların üstüne çıkan güneşle aydınlıktan gözler etrafa bakamayacak. Aydınlıktan gözleri açamamak çok güzel, çok ışıltılı, umuda davet eden bir şey...
Ne kadar zaman oldu dinlemeyeli bilmiyorum...Bugün Farid Farjad dinliyorum. Hep bu havadan sebep! güzel oldu ama, özlemişim dinginliği...
Karaçam tohumlu bir kalemim vardı. Arkasındaki tohumu küçük bir saksıda toprak altında bekliyor şimdi. Ben de onun müjdesini bekliyorum. Pencerenin önüne koydum güneş alsın diye, işte güneşe gitme deyişime geçerli bir sebep...Ne zaman görürüm acaba filizlenişini, geç mi çıkar, bilen var mı ki?
Daldan dala atlama yazısı yazmak çok hoş:) 
Beynim aynen böyle işliyor çünkü.. Tohumum ne zaman filizlenir acaba, dur bulaşık makinesini boşaltıp geleyim,Poyraz'ın oyuncaklarını azaltmalıyım,dur annemlerle bir konuşayım. Odaklanma sıfır sanırım bu sıralar. Mesela tohumunu saksıya bıraktığım kalemimle bir öykü yazayım istiyorum..Hiç denemedim..Sadece oğluma hediye etme maksadıyla..Tohumlu kalem ya bereketlidir anlamı yüklüyorum, tabi ona da odaklanamıyorum...
'Kişisel Ataleti Yenmek' isimli bir kitaba başladım, ataletimi yenip kitabı okuyamıyorum...Daha önce duymadığım bir terim öğrendim onunla ilgili de bir yazı yazıp sizinle paylaşmak istiyorum...
İşte böyle...
bir havalar bir havalar...
Dışarıda bir havalar, bende bir havalar...
Bu arada da aklıma geldi baktım 'mütevellit' kelimesi TDK'nin Genel Türkçe Sözlüğünde mevcut.
Yine aklıma geldi, ben 'sözcük' yerine 'kelime' kelimesini kullanırım. 'söz' ün sonuna neden '-cük' küçültme eki getirilmiş anlam veremem.
Bir de şunu söyleyeyim...Alfabemizde 'Ka' sesi yoktur ; o aslında 'Ke'dir. 
İşte bu yüzden "TDK'nın" yazarsak yazım yanlışı yaparız.
 Yanlış yaparız yani 'yalnış' yapmayız. 
Hem de herkes yapar 'herkez' değil!

Bitsin artık, güneş çıksaydı iyiydi ya :) 

Sevgiyle...

4 Kasım 2017

VAN KEDİSİ EVİ


Yine bir Van yazısı...Yeni bir Van güzelliği...
Bence meşhurlukta otlu peynirin önünde durması gereken Van kedisi...
Bembeyaz uzun tüyleri, kabarık kuyruğu, sevecen tavrı ve uysal haliyle çok sevimliler. Tabi onları farklı kılan iki gözünün de farklı renkte olması. Öyle güzeller ki...
Bizi ilgilendiren kısmı elbette ki göz renkleri değildi...
İlgilendiğimiz kısım oğlumuzun kedi sevgisiydi :)
Yüzüncü Yıl Üniversitesi bünyesinde Van Kedisi Araştırma ve Uygulama Merkezi olduğunu ve halka açık bir yer olduğunu öğrendiğimizde çok sevindik. 
İlk ziyaretimizi geçen sene yapmıştık...
Aradan bir sene geçtikten sonra tekrar gitme fırsatını bulduk. Geçtiğimiz günlerde bu pek sevimlilerle oğlumuzun kucaklaşmalarına şahit olduk :)
Mekanda kediler için ana binaya bağlı iki açık alan ve ana binanın içinde bulunan kapalı alan mevcut. Açık alandaki kedileri tel örgülerin arkasından inceleme ve sevme imkanı var :)
Binanın içinde bulunan alanda da yine koruma perdesinin arkasından görme imkanı olduğu gibi orada satılan ıslak mamadan alarak kedilerin yanlarına girme imkanı da var. Yani bizim oraya gitmemize sebep olan imkan :)
Poyraz uzaktan sevmelerden hiç tatmin olmadı pek tabi. Bir mama aldılar ve babasıyla birlikte ayaklarında galoşlar kedilerin yanına girdiler...Ama nasıl bir coşku, nasıl bir mutluluk...Hemen bir tanışma faslı yaptı tabii bizimki sonra da "benden korkmayın tediler :)) kaçmayın, mama getirdim sizeee"  sözleriyle kedileri kendisine çekmeyi başardı. Daha doymadılar diyerek birkaç paket mamayla kedilerin gönlünde taht kurdu. Sonra gelsin yakalamalar, sarılmalar, öpmeler :) 
Kediler gerçekten fazlaca uysal...gerçi bizim sorunumuz kedilerden çok Poyraz'dı...Elbette sevgisinin ayarını bilemiyordu...kuyruktan yakalayıp çekme isteğine en uysal olan kedinin bile tepkisiz kalacağını sanmıyorduk...
Neyse ki sorunsuz bir şekilde çok güzel vakit geçirdi...Şimdi sık sık o günkü maceralarını anlatıyor. Anlatırken bile aynı coşkuyu yakalıyor. "Tekrar ne zaman gidicez?" soruları bitmiyor tabi:)
Kesinlikle gidilesi, görülesi bir yer. Üniversite bünyesinde bakımları, kontrolleri yapılmış kedilerle çocukları buluşturma imkanı sağlayan, emeği geçen herkese teşekkür ediyorum...Yine söylüyorum isterseniz gelin görün :)


NOT: Bu yazıda ;belki geçmiş yaşantılardan kalan kedi korkusu 
yüzünden restoranların açık alanlarında yemek yemek istemeyen bir annenin aynı korkunun oğluna miras kalmaması için verdiği uğraşlar mevcut. Desteği için eşime çok çok teşekkür :)

Sevgiyle...





2 Kasım 2017

Bir Kaka,Bir Ders!


Oğlum galiba bir aylıktı.Kalça çıkıklığı kontrolü için ultrason çektirmeye özel bir hastaneye gittik.Evden dışarı yanımızda bir bebekle çıkmış olmanın mutluluğu, heyecanı, korkusu; yapılacak olan kontrolün tedirginliği eşimi ve beni sarıp sarmalamıştı. Biz bu kadar duygu karmaşasını yaşarken, galiba hala doğduğunun farkına bile varamayan oğlum her zamanki gibi uyuyordu.
 Sıra bize geldi, hemşire hanım bizi odaya çağırdı ve heyecanlı ebeveynle uyuyan bebek üçlüsü olarak içeri girdik. Nedense doktorların ruh hali beni çok etkiler. Hemen doktor beyi analiz etmeye çalıştım. Biraz yorgun görünmesini randevu saatimizin geç olmasına bağlayarak, genel anlamda güzel bakan mutlu birisi kanısına vardım. Pozitif bakan ve mutlu görünen doktorlardan mutlaka iyi haber alırız,düşüncesini bir türlü içimden atamadım...
Doktor bey bize kısa bir bilgilendirme yaptıktan sonra bebeği iç kısımda bulunan odaya götürmemizi söyledi. Hala uyuyan bebeğimi pusetinden alıp doktorun tarif ettiği şekilde sedyeye yatırdım.Tamam kötü bir şey değildi ama neden kalbime kadar titriyordum bilemedim. Karanlık bir oda, ultrason cihazı, monitör, kocaman bir sedye,sedyenin üstünde uykusundan uyandırıldığı için vıyaklayan bir bebek, tedirgin baba, bekleyen doktor, heyecanlanan,korkan,endişelenen,anlamsız sözlerle bebeğini susturmaya teselli etmeye çalışan taze bir anne...
Ağladığı için oğlumu doktorun istediği pozisyona getiremeyeceğimi düşündüm. Benim ürkek dokunuşlarımdan başaramayacağımı anlamış olacak ki doktor olaya el attı. Oğlumun bacağını kıvırmaya çalışırken' bir de bezini çıkarıcaz' dedi ve bezi açtı. O an ben de doğduğunun farkına varamayan bebeğin; doğurduğunun farkına varamayan annesi olarak gayri ihtiyari mahçup bir şekilde 'ayyy kaka yapmışız' dedim. Doktor bey gayet ciddi bir şekilde bana dönerek 'siz de mi yaptınız?' dedi. Mutlu bakan gözleri kaybolmuştu sanki :) Hık mık zık ...kem küm kem... neler dediğimi hatırlamıyorum. Bozuldum tabiki. 
Bu esnada da ultrason işi bitti. Bütün bir ayın ağlamalarını o güne biriktiren ve beni terler içinde bırakan oğlum da sustu. Toparlandık,o karanlık odadan çıktık. Masasına geçen doktorun karşısında muhteşem üçlü yerimizi aldık. Hiçbir sorun yok, ölçümler gayet normal dedi doktor. Rahatladık çok şükür de bir de bizim diğer mesele vardı. Onu da yarım bırakmadı tabii doktorumuz...
Sana tavsiyem onun doğduğunu kabullen dedi, siz artık ikiniz değilsiniz, o artık ayrı bir beden, ayrı bir insan dedi. Kişiliğinin gelişmesini istiyorsan onu kendinden ayrı tut; farklı bir birey olduğunu ona hissettir, dedi. Yani onunla ilgili konularda 'biz'li cümleler kurma dedi. Nasıl da iyi dedi...Alınma lütfen dedi...
Kakayla başlayan, benim bozulmamla yarım kalan mesele minnettarlığımla neticelendi. Teşekkürle ayrıldık odadan...
Oğluma isim bulma konusunda bile kısaltılmasın, eklemeler yapılmasın, sadece ismi neyse o şekilde kullanılsın düşünceleriyle çırpınan ben; farkında olmadan onun 'kendisi' olmasını geciktirecektim belli ki...
İki yıl geçti üstünden ve unutmadım sözleri,o sözlerin bende düşündürdüklerini. Unutmadım ve uyguladım, eşimle birlikte uyguladık. 
'hadi odamıza gidelim, hadi sütümüzü içelim, hadi üstümüzü giyelim, bugün biraz yaramazlık yaptık....' evet hepsi çok sevimli masum cümleler. Ama oda onun, sütü o içecek, yaramazlık yapan o, hatta kakayı yapan da o :)
Bu konuya gerçekten önem verdik. Kendi kişiliğini, kendi benliğini fark edebilmesi için davranışlarımıza, sözlerimize dikkat ettik...Belki böyle bir düşünceye yine sahip olacaktım ama o gün doktorun konuşmaları başlangıç oldu...
Evet ufak ufak sonuçlarını görebiliyoruz. Kendisini, duygularını, sahip olduklarını, davranışlarını fark etme ve kabul etme aşamasında. Bizim için durum biraz farklı tabi...bazen işin ucu bize çok fena yansıyor...Karşı çıktığı durumlarda mantıklı bir açıklamamız yoksa kabul etmek zorunda kalıyoruz... Kendisini bir birey olarak kabul etme ve kabul ettirme yolunda ilerliyor bence... Bu konuda dikkat ettiğimiz en belirgin konu ona sadece ve sık sık ismiyle hitap etmemiz oldu. Şu an farklı bir hitap şeklini asla kabul etmiyor. Bu durum bizim için de geçerli tabii... 
En son geldiğimiz nokta; ben onu severken "canımmm" dedim...
 Bana "ben senin canın diilim anne POYRAZIM!"  dedi.
Şimdi napcaz doktor bey?
:))
Olsun anne mutlu:)


Sevgiyle....