Gün geçmiyor ki 'bilinçli' anne çırpınışları içinde olan fedakar yüreklerin karşısına yeni maceralar çıkmasın... Her gün yeni bir stil,yeni bir akım, yeni bir yöntem... Karşısında merakla keşfetmeye çalışan biz anneler ve her uygulamaya yanıt vermesini beklediğimiz yavrular...
Yeniliklerin gerçekten yenilik olduğuna inandığım ve fayda göreceğimize inandığım her türlüsüne açığım. Ama artık hayretler içindeyim... Annelik öyle çılgın bir hale geldi ki...Ne yapmalıyım? Ne öğretmeliyim? Ne yedirmeliyim? Ne giydirmeliyim?
Fark ettiğim hiç de masumane gelmeyen bir 'EN' mücadelesi var artık.
'EN' zeki benim çocuğum olsun!
'EN' başarılı 'EN' yetenekli benim çocuğum olsun!
'EN' sağlıklı, 'EN' mutlu, 'EN'şık benim çocuğum olsun!
Tabii bitmiyor bu maddesel 'EN'ler ... Merhamet, hoşgörü, sağduyu, saygı, öz saygı, paylaşım... bunlar için pek de kayda değer bir uğraş söz konusu değil. Ya da sadece sözde kalan bilinçlendirme çabaları...
Minik yavrular şaşkın... Anneler hırslı...
Çocuklar ;
etkinlikten etkinliğe, haşlanmış etten buharda haşlanmış sebzelere, vitamin takviyesinden antibakteriyel kozmetik ürünlerine doğru savrulma halinde...
Abartmayı öyle seviyoruz ki...
Öyle körü körüne takılıp gidiyoruz ki bazı güncel akımların peşine...
Montessori...Artık coşup giden, durdurulamayan bir tarz...
Montessori adı altında öyle işler, uygulamalar yapılıyor ki zavallı Maria Hanım (ruhu şad olsun) eminim mezarında pek de rahat değildir.
Peki çocuklar...Artık annelerinden korkar oldular...Çocukların o an bir çalışmaya istekli olup olmadığı anlaşılmadan sürekli direktiflerle yapılan etkinliklerden bıkmış hale geldiler...O an belki de sadece küçük arabasını alakasız yerlerde sürmek isteyen ve bundan keyif alacak çocuk; arabasını bırakıp pipete yüksük makarna geçirmek zorunda kaldı ya da bir kaptan diğer kaba mercimek boşaltmak zorunda...
Ek gıda serüveni ayrı...Takviye vitamin serüveni ayrı...Yurt dışından getirtilen koruyucu aşılar serüveni ayrı bir hal aldı...
Daha önce hiç görmediği avakadoyu çocuğunun burnunu tıkayıp zorla ağzına tepenler oldu...
Suratında felaket çağıran bir ifadeyle 'Ayy devletin aşılarını mı yaptırdınız?' gibi sorular sorarak yurt dışından özel olarak getirttiği aşıya ölümsüzlük iksiri muamelesi yapanlar oldu...
Evi kokuttuğu düşüncesiyle evinde balık pişirmeyip ne idüğü belirsiz markaların balık yağlarını kutu kutu çocuğuna içirenler oldu...
Yaz boyu üstü kirlenecek düşüncesiyle çocuğunu parka bahçeye götürmeyip damla damla D vitaminine umut bağlayanlar oldu...
Çocuklara sunulan neredeyse her içeceğin, yiyeceğin içinde artık annelerin damlattığı katkılar mevcut...
Şimdi de propolis...Ben yeni duydum...Yeni bir furya mı başladı yoksa ben gelişimleri yeterince takip etmeyen çocuğunun gelişimine hiç önem vermeyen bir anne miyim bilmiyorum...
Propolis en basit tanımıyla arıların ürettiği doğal bir madde imiş.Arılar bu maddeyi kovanlarının yalıtımını sağlamak için, kovanın temizliğini sağlamak için, kovanlarını dışarıdan gelecek zararlı madde ve mikroorganizmalara karşı korumak için üretiyorlarmış.
Ne güzel değil mi? Aferin arılara...İçeriği ve faydalarıysa saymakla bitmiyor...
Şimdi birçok anne güvenilir yerlerden propolise ulaşma çabasında ve arayışında...
Biz henüz birinci şahıslardan yani üreticisinden bile gerçek bir bala ulaşamadık...'Öyle bal mı kaldı?' diyorlar. Ve anlattıklarından benim anladığım resmen arılara bal yapmayı öğretiyorlar...
Hal böyleyken bahsi geçen ürünün orijinali nerdedir,kimlere nasip olur bilmiyorum...
Evlatlar elbette hepimizin göz bebeği, elbette çabamız her şeyin güzelini iyisini onlara sunmak... Ancak kendimizi kaybetmeden...bu yolda kendimizi de çocuklarımızı da harap etmeden...Güvenilir kaynaklara başvurarak, iç sesimizi dinleyerek ve en önemlisi çocuğumuzun ihtiyaçlarının, beklentisinin farkına vararak... Anne babalara güzelliklere ulaştıcarak tüm çabalarında; çocuklaraysa böyle bir zamanda büyümeye çalıştıkları için her halükarda kolaylıklar diliyorum...
Sevgiyle...